Kelimeleri olmalı ki insanın, 
karşılaştığı her durumda çözülebilsin dili. 
Olmasın her şeyi daha da içinden çıkılmaz hale sokan o tutukluk hali.
Riya, ihanet, yalan, politika...
Ya biz oluyoruz raydan çıkan ya da eşimiz dostumuz oluyor bizi trenin altında bırakan.
Her birinde ayrı yanıyor canımız; doluyor kin bohçamız.
Derken nutkumuz tutuluyor. 
Ne sevdiğimizi söyleyebiliyoruz ne de sevmediğimizi.
Ne mutlu olabiliyoruz ne de üzgün.
Ne pişmanlıktan bahsedebiliyoruz ne de af dilemekten.
Her şeyin taktik ve maske olduğu dünyamızda,
tutuk kaldığımız tek gerçek ölüm. 
Geriye kalanın hepsi,
 en masumun bile gizliden sahte olduğu yalan dünya.
Hâl böyle olunca dürüst olmak gitgide zorlaşıyor insanın doğasında.
Hele ki (zamanında) sevdiğin insanlardan gelen hayâsızlıklarla.
Hele ki (hâlâ) sevdiğin insanlara yaptığın hatalarla.

Susmak istemiyoruz çoğu kez:
gördüğümü gör-bildiğimi anla demek istiyoruz bizi yoran kimselere ama olmuyor.
Yok,
bazen bulunmuyor heybede o denli cesur kelimeler.
Belki kırma-kızdırma tereddütüdür içindekileri konuşamama nedeni.
Oysa ki çok komik: 
incindiğinin yanında incittiğinin önemi nedir ki?
...

Korkmadan konuşmalı karşındakiyle, 
hem bakarsın iyi gelir yeni kelimelerin.
Dürüst gelir.
Güzel gelir.
Yalan dünyanın içinde az da olsa arınmak,
taze kokar, mis gelir.
Bu saçma suskunlukta kelimelerle sıkışmış ruhlarımızı  azad edebilmek nefesimize ferahlık verir.
Yeter ki iste.
Zor gelir ama huzur verir.
Son ütü:
Aynaya bakmadan konuşanları bazen aynayla tanıştıracak kadar "kötü" olmalı.