... ,
çünkü sen benden, ben senden, biz ise bizden uzaklaşalı çok oldu. Başlangıçtaki büyü ile eş gördüğümüz benliklerimiz, zaman geçtikçe aramıza duvar ördü. Büyüttüm, büyüttün, büyüdü. Duvar yükseldi; göremez olduk birbirimizi. Sen dedin ki "neden yaptın bunu?". İndirdin balyozunu bizi kurtarabilmek için aramıza giren duvarın kalbine. Ben ise "dur" dedim, "durmazsan molozların altında ezileceğim/z". Sen vurdun, ben ezildim. Üstelik duvara asıl sebep de sendin. 
...
Vurabilirdim ben de elimde balyoz olmaksızın var gücümle o duvara. Ama yapmadım. Kanasam da, üstüne kanımın sinmiş olduğu moloz parçacıklarını solusan da* durmazdım bir dakika. Ama yapmadım. 
Senin duvar diye lanetlediğin aramızdaki son hudutun da yıkılışına seyirci kalamadım.
...
Bu yüzden artık dur. Yorma, yorulma, dur! 
...
Artık sıva zamanı. 
Aramızdaki haklı duvarı kabullenip, hangimiz usta diye düşünmeden, bizimle son bir kez biz olarak barışmalı. 
Zorlamaya da, acıtmaya da gerek yok; varsın bu hikaye de böyle bitsin.
Şimdi sadece sırtlarımızı verelim aramızdaki duvara ve gidelim sessizce kendi yönümüze.
Baksana üstümüz başımız toz içinde...
.

*Bir yazı okudum Yekta Kopan'dan... O yazı etkiledi ve buraya bunlar döküldü. Hele ki şu kısmı: "Kırabilirim seni, paramparça edebilirim... Ellerimin kesilmesine, kanımın sana bulaşmasına aldırmadan hem de. Ama seni kanatmak istemiyorum ki... Yaralanmamı bekleme o zaman. Sadece yeni bir başlangıca izin ver..."