Söylemek istediklerimi söyleyemediğim, yaşamak istediklerimin
önüne kendi ellerimle set koyduğum bir günün daha ardından odamdayım. Ay inmiş
penceremin önüne, perde aralığından beni dikizliyor. Ben ise ondan bihaber usul
usul çözüyorum gömleğimin düğmelerini aynaya karşı. Dışarıdan gelen esintiyle
değil de düşüncelerimle ürperirken tüylerim, aynadaki yansımam pütür pütür
tenimi ele veriyor. Dert etmiyorum pürüzsüz olmayışımı. Dokunmaya başlıyorum
kendime. Seviyorum kendimi daha önce kimselerin sevmediği gibi. Ama fayda
etmiyor, üşüyorum.
Yorgun ve susuz kalmış bedenim uyumak isterken, aklım her
günü birbirin aynısı olan rutin hayatıma dair soğuk sorguların peşinde. Bedenim
başka şey istiyor, aklım başka derken unutuğum ruhumu tek başına dansa kalkmış
halde buluyorum. Hepsini bir araya toplayacak beynim ise sarhoşluktan dengesiz.
Dünyası dönüyor, midesi bulanıyor. Hiç olmazsa sabaha iyi uyansın diye bir
bardak su almaya mutfağa gidecekken, yuları eline alan us karşıma dikiliyor. Tökezliyorum.
Kabullenerek aklımdakilerle başa
çıkamayacağımı, en az bedenim kadar çıplaklığın yalınlığına susayan anarşik
benliğimi durduruyorum. Derken varlığını yokluğundaki karanlıktan anladığım Ay’ın
nereye gittiğini sorgulamaya başlıyorum.
Ay yok. Ay mesaisini erken bitirmiş olmalı bu gece. Ardında
bıraktığı karanlık benim için ürkütücü olsa da, doğru bildiklerini sorgulamak
isteyen us için en iyi üs olabilir. Bu yüzden sendeleye sendeleye bana yön
veren beynimin komutlarına uyarak, geceye bakmak üzere yüzümü pencereye dönüyorum.
Ama, perdemi açmamla beraber karşımda kanımı donduran onlarca bakış karşılıyor
benliğimi. Kınıyorlar beni. Kınanıyorlar çıplaklığımı. Kınıyorum idelerimi
taşlayan o gözleri! Kızgınlığım maskelere olan hırsımı körüklüyor. Haykırıyorum
yüzlerine bir bir dilime düşen çıplak kelimeleri. Kimisi taşlamaya devam ediyor;
camlar kırık, kolumda küçük küçük kesikler. Kimisi ise kraldan çok kralcı, benim
adıma utanıp kafasını evine gömüyor. Pes ettim diyemem ama yılıyorum
anlatmaktan kendimi. Geri çekilip, çıplaklığın bu denli tabu olduğu dünyaya
penceremden kalan çerçeveyi kapıyorum. Karşımda yine ayna ve pütür pütür
tenim. Dokunuyorum daha da çok üşümeye başlayan benliğime. Dejavu yaşıyorum
zannederken ses tellerimin acısı fark koyuyor tekerrürle arasına. Tükenmiş
hissediyorum. Kurumuş dudaklarım susuzluğumu bir kez daha yüzüme vururken mutfağa
gitmeye yelteniyorum ama yuları eline alan us bana yine hükmediyor. Duruyorum.
Ay bilerek saklanmış kör noktama, saklambaçtan bihaber gözlerim dalıyor sırları dökülmüş aynaya.
Hâlâ üşüyorum ama gelmiyor içimden üzerime bir şeyler
giymek. Kimbilir, belki de çıplaklığını tadabilmişken öğretilerle
giydirmek istemiyorumdur gerçeği. Bilmiyorum. Anlayamıyorum. Sanki bizi
kirleten tabular değilmiş gibi neden herkes giyinik olma çabası içinde? Neden
bütün tenler pütür pütür olmaktan korkuyor? Pürüzsüzlük, özgürlükten daha mı
şık duruyor başkalarının üzerinde? Bulamayınca aradığım cevapları aynada, şevkim
kırılıyor. Dizlerimi kırıp uzanıveriyorum olduğum yerde yere. Etrafa saçılmış kıyafetlerimin ortasında cenin gibi kıvrılmışken, gözüme yatağın
altındaki boş su şişesi çarpıyor. Susuzluğumla da bir kez daha yüzleşince iyice
anlıyorum: Bu gece aydınlığım yok Ay'dan
yana.
Uyuyorum.
Önce misafirliğin için teşekkürzederim. Ben de iadei ziyarete geldim. Güzel bir deneme yazısıyla karşılaştım; ruhsal tahlil. Duygular yoğunlaştıkça anlatım zorlaşır aslında. Hele yalnızlık, kendinle başbaşa kaldığında kara kitap gibidir. Sadece kendin değil, herşey sorgulanır varlıklar aleminde aslında. Evrende bir tek sen varsındır bir de diğerleri. Bir nokta olsanda evrende bütün kehkeşanları içinde barındırırsın her evrede. Gece, ay, ayna ve bütün yalın halinle sen sensin. (Güzel bir deneme)
YanıtlaSilNezaketiniz için ben teşekkür ederim. Uzun zamandır takip edememiştim yazılarınızı, bu durumu telafi etmek amacındayım.
YanıtlaSilBeğenmeniz beni mutlu etti, sevgiler.