Dünya döndükçe yıllar da olanca
hızıyla geçiyor. Dizginlenemez bir şekilde gelişen bilim ve teknolojinin
paralelinde hayatlarımız da günden güne kolaylaşıyor. Sevmekle kalmayıp
bağımlısı oluyoruz basit olan her şeyin. Bu basitlik sadece zihnimizi ve bedenimizi değil, ilişkilerimizi de
tembelleştiriyor. Öyle ki, aynı ev içinde ailemizle bile beş dakika sohbet
etmeye üşeniyoruz artık. Biz, bir
zamanların sobalı evde büyüyen sıcakkanlı çocukları, farkına varmadık belki ama
şimdilerde hayatımıza giren ultra teknoloji sonucu mutasyona uğradık...
Bundan yıllar yıllar önce,
dünya bu kadar küçük değilken, insanlar mikro topluluklar halinde hayatlarını
idame ettirirlerdi. Bugünümüzden farklı olarak eskinin tek yerleşim alanı
alternatifleri, adına köy ve kasaba dediğimiz alanlardı. Toplum, yardımlaşma,
komşuluk ve birlik olma bilinci gibi kavramları insanlar bu küçük zümrelerde
doğurmuş olsalar da, bir yerden sonra izole hayat sürmenin peşine düştüler. Ve,
daha geniş yaşam alanlarına yayılma arzuları bugünün metropollerine kadar uzanan serüvenlerini başlattı. Git gide artan
insan nüfusu ve hayatlarını daha iyi idame ettirme gayeleri bir yana dursun, özel
hayatın olmadığı ve herkesin birbiri hakkında çok fazla şey bildiği bu küçük
yaşam alanları, insanları köy ve kasabalardan büyük şehirlere taşınmaya iten
yan kuvvet konumundaydı. Zira, karşı pencere ardında yaşananların rahatlıkla
bilinebildiği bu yerler, herhangi birinin sır
saklaması için artık çok küçüktü.
Düşününce, bence insanoğlunun
o dönem ihtiyaçlarından sebep ortaya koyduğu ‘özel hayat’ kavramı, tıpkı bugünküler gibi modern bir icattı. Ve,
yine tıpkı bugünküler gibi insanlar arasına mesafe koymanın peşindeydi. Ama bu
defa bu mesafeler günden güne küçülen dünyanın sınırlarından taştı. Eskilerin
özel hayat kavramının tam tersine, artık herkes, herkes hakkındaki her şeyi
biliyor -Hem de hiç umursamadığı halde- ve herkes her şeyini artık en çok kendi
ailesine anlatmaktan kaçıyor –Aslında
gerçekten umursayacak olanlar onlar olduğu halde- Gönüllü olarak bizler
tarafından devşirilen özel hayat kavramı genele bakınca bizi şu sıra eğlendirse
de, insan ilişkilerimizden, en çok da aile ilişkilerimizden bizi ayrı koyması
olumsuz bir yanı. Eski zamanlarda pencere dışındakilerden özel hayat
saklanmak istense de, hane içinde bir bütünlük vardı. Çünkü ortak paylaşımlar bir
ailenin olmazsa olmazlarının başında yer alırdı ve o zamanlar teknoloji bu
denli hayatımızda başrol oynamazdı. Ne zaman teknoloji geldi, işte o zaman
uzaklaşmaya başladı aile bireyleri birbirinden. İnternet, sosyal medya ve sanal
ilişkilerin sahicilerin yerini tutması bir yana dursun, ilişkilerimizin
uğradığı mutasyonu fitilleyen neydi biliyor musunuz? “Kaloriferler”
Eski
zamanlarda soğuk kış gecelerini ısıtmak için yalnızca tek bir soba vardı. Ve bu
soba tıklım tıkış da olsa herkesi bir
araya toplamayı başaran yegane araçtı. Ailenin tüm bireyleri, evin küçüğü
de büyüğü de; eve erken geleni de geç geleni de evin bir odasında kurulu olan
bu sobanın etrafında toplanır, yemekler o sobanın yamacında yenir, ödevler o
sobanın yanında yapılırdı. Isınmak için bir araya gelen aile birbirini daha çok
tanımak ister, daha çok dinler ve daha çok anlatırdı. Tuvalete gitmek için odadan
çıktığın anda iliklerine kadar donsan da ya da buz gibi yatağın içinde
dizlerini karnına çekip yorgana yumulsan da, sobanın içini ısıttığının yanında
üşüdüğün kadarı çok da önemli olmazdı. -Hoş,
bunun anlamını o zamanlar kimbilir hangimiz bilirdi?-
Sonra
hanemize teknoloji girdi ve kalorifer evin her yerini ısıtmaya başladı. Artık
tüm aile bireylerinin kendine has sıcak odası vardı. Sonra daha da teknoloji
geldi ve herkes, herkesle odasından çıkmadan konuşabilmenin verdiği hazza
kapıldı. Sobanın üstünde sıcak kalan tencerenin yerini, buzdolabından çıkan soğuk
yemeği ısıtan mikrodalgalar aldı; eve girince aile bireylerine verilen selamın
ardından, kapıyı içerden kapatıp odaya kapanmanın tıkırtısı yankılanır oldu.
Dahası, okul sıralarını soba üstüne atılan
mandalina kabuğunun büzüşmesini hiç izlememiş ya da kolanya döküp alev
almasını görmemiş çocuklar doldurdu. “Cıs” nedir bilmeden büyüyen bir nesil
belki elini hiç yakmadı ama gerçekten aile ve birey olabilmenin farkına da
bizler kadar şahit olamadı.
Yetmedi, kaloriferlerle
başlayan iletişim mutasyonumuz, şimdilerin sosyal medya araçları ile iyice
kamçılandı. Kamçılandıkça mutasyon daha da hızlandı. Adeta asırlardır bu
teknoloji meyvesini bekliyormuşcasına sarıldık renkli iletişim ağlarına. Sarıldık
ama ne kadar ısınabildik? Bırakın yoğun duygularla sevdiceğimizle konuşmayı ya
da arkadaşımıza derdimizi anlatmayı, uçmayan
mavi bir kuşu aile sohbetlerimize tercih eder olduk. Çünkü kaloriferin
hayatımıza girişiyle iletişimimizi ısıtan soba
etkisine veda ettik. Zira, soba kovası hazırlamak zahmet isterdi. Hadi
hazırladın diyelim, yakması ayrı bir beceriydi. Çok sıcak olunca altını
kapamayı, oda soğuyunca altını yeniden açmayı gerektirirdi. Tüm bunlar o
zamanlar olmasa da, şimdilerin basitliğinde
bize zor geldi. Kalorifer gibi hazır bir sistem de karşımıza çıkınca, diğer her
şeyde olduğu gibi tembelleşme iletişimimizi ele geçirdi. Uzun lafın kısası, emek
verilen soba etkisi gitti, sahici olan o sıcak sohbetler bitti.
Sanallaştıkça salaklaştık be Ninileodio. - Adının içine ufaktan bir "melodi" sıkıştırdım, of fonetik bir tanrıça ilan ediyorum şu an kendimi, bir saniye... -
YanıtlaSilHer neyse, sobanın üzerindeki mandalinanın büzülüşünü hiç görmemiş ve o ateşin cıs edişini sadece mangallarda tecrübeleyen bir neslin arasından sıyrılan bir birey olarak, soba kısmı hariç, gittikçe ilerleyen sanal hallerimizin bizi sürüklediği o kütüklük formunun samimiyetsizliğine üzülerek katılıyorum maalesef. Belki de, mavi kuşun kanatlarına binip Hogwartz'a gidemediğimiz için avuntuyu 140 karakterin içine sıkıştırmayı seçtik.
Her neyse2, soba kısmına katılamıyorum; çünkü o tarakların bezinde tecrübem hayli kıt. O kadar kıt ki, yok, yani düşün! Fakat, anlattığın ve anlatılanlar birleştiğinde karşımıza çıkanları günümüze entegre ettiğimizde farklılıklar göze yüksek yüksek tepelerde batıyor. Fakat, farklı oluşu illa bütün kıvılcımları kovanın borusu ile beraber dışarı atılmış olduğunu göstermez ki. Farklı yollardan işlemeye başladı o sıcaklık, sonra da soğuttu belki de giderek. İnsan bıkmasın diye arada mesafe iyi geldi belki, kavgalar azaldı - yoo -, tartışmalar azaldı - yooo2-. - Tırnak içlerinde kendini efektlerle çürüten yazar! -
Aman ya ben ciddi ciddi, ciddi bir yorum mu yapıyorum? Okuyabildin mi buraya kadar? Oh oh, teşekkürler.
Uzun zamandır yazmıyordun uzun uzun, özlemişiz sanırım.
vayyy,doğru söze ne denir,sobayı da anneler yakar,odunu da babalar alırdı,yazdan daha ucuz olsun diye.
YanıtlaSilasıl sorumlusu kömür,kömür girince hayatımıza sobanın türü değişti,ve kömürün havamızı kirletmesi,hava kirlenirken beyinde değişimler,duygu değişimleri başladı.başlayış o başlayış:))
çok sevgiler
çocukluğumu hatırlattın.. nasıl da değişti dünya..valla çok özlüyorum sobayı. soba yakmayı da çok severdim. ateşi izlemeyi de severdim.
YanıtlaSilçok tatlı bir yazı olmuş.. yüreğine sağlık nini..
Soba ile ilgili bir belsel izlemiştim gayet güzel yapılmıştı ve ben çok şaşırdım ne çok çağrışımı varmış meğer :)
YanıtlaSilBir köy evi düşünün; soba yok, sadece yer ev dediğimiz hem mutfak görevi gören, üstü toprak dambaşı olan, ısınmak ve yemek pişirmek için ocaklığı olan bir yerde çocuk olarak yaşadığınızı düşünün. Üç erkek çocuk, yaş araları üçer beşer yaş olan kardeşler. Acakta bir kütük yanar, aleviyle ısınırız. önümüz ısınır arkamızı biraz sonra sırt çevirerek ısıtırız. Ocakta mutlaka bir tencere kaynar, Yemek orada pişer. Közünde patetes küllenir, kastaneler dizilir. Ocak başında bir yağ kandili asılır; sanırsınız ki bir masal kitabında yaşıyorsunuz. Bazen gaz lambası yakılır odanın tam ortasında bir küçük sehpa etrafında oturulur. Kimisi gergef işler, biz çocuklar lambanın etrafında ders çalışırız. O günden bu güne herşey değişti.
YanıtlaSil