Kocaman kalabalığa tepeden bakan
 kocaman binaların arasında, 
kocaman beklentiler ve hayaller var gerçekleşmeyi bekleyen.
 Bir de küçücük titrek kalbimiz 
ve 
kalbimizle köşe kapmaca oynayan beynimizle biz varız,
 bir yılımızın aslında bir salise olduğu ömrümüzde...
Sahi, 
hayat bu denli kısayken,
beyhude geçen yıllar, yıpranmalar niye?
Ne dersin? 
Bir hiç uğruna,
 hiçlerimizi feda ederek hiçe dönüştüğümüzü itiraf edelim mi hep birlikte?

 Bir adam tanıyorum, sevmişti bir kadını. 
Öyle böyle bir aşk değil bu, 
nam-ı diğer ibadetimsi aşktı yaşadığı.
 Ama an geldi ve unutuverdi o çok sevdiği kadınını.
Kandı  ve kapıldı simsiyah saçları belinin gamzesine değen dünyalar güzeli bir dilbere.
Tek bir an, 
tek bir saniyeyle değişti önündeki yıllar. 
Sahi, 
bu kadar kolay mıydı kendine çizdiğin geleceği saptıracak hislerle bir başka dala savrulmak?

Bir kadın tanıyorum, hırsı, östrojeninden sebep olan naifliğini bile köreltmiş.
Uydurmuş bir kariyer kılıfı, kendini çaldığı minareyle paranın esiri etmiş.
Hep daha fazlasına, 
statüsüne yormuş akşamları nemlendiriciyle ovduğu ellerini.
Elleri yıpranmamış belki ama ruhu zımparalanmış, kalmamış hiç o naif hisleri.
Sahi, 
neresidir bu kadının varmak istediği bitiş çizgisi?

 Değer mi değmez mi tasalarıyla geçiyor ömrümüz. 
Oysa ki bir kez geldiğimiz hayatın, 
her an ölme potansiyeli taşıdığımız bir sonraki saniyesi için neden yoruyoruz beynimizi. 
Daha kolay değil mi insana, içinden geldiği gibi
düşünmeden devam edebilmesi. 
Sahi, 
içinden gelenlerin çoğu sence de çok anlamsız değil mi?
Düşünsene...
Sana "hayır" diyen aklının seni yarı yolda bıraktığı oldu mu hiç?
Ne dersin? 
Bir an için hiç'e dönüştüğünü görmek sence de ürkütücü değil mi?

Peki,
 ya sen?
Hayat ağacının tek bir dalındayken,
ruhun ve bedeninle aynı iklimde misin?
Ya'
bir gün o dal budanırsa?
Ya hep ya hiç mi dersin?
Yoksa sen de ruhunu satıp yan dala gider misin?