Bazı zamanlar mutfakta otururken karşıdaki zabıta binasına kamyon kamyon taşınan seyyar satış araçlarını, el arabalarını görüyorum. Bazı zamanlar dediğime bakmayın, ayda en az 1-2 defa denk geliyorum. Düşünün ki bu sayı sadece benim denk geldiklerim...

O ezberlediğim sahneleri her izleyişimde hep aynı hislere kapılıyorum. Ne mantığım, ne adalet duygum, ne hijyen tasam; hiçbiri umurumda olmuyor. Sadece ve sadece, üç kuruşunu yatırıp da 4-5 kuruş kazanabildiği ekmek teknesi elinden alınan o insanların neler hissedeceğini; şimdi ne yapacaklarını sorguluyorum. Derken gözüm dalıyor müdürlüğün önündeki dizlerinin üzerine çökmüş satıcıya. Dedem olacak yaşta. Ağlıyor.

...

Haberlerde sık sık denk geldiğimiz bir manşet: "Seyyar satıcı atletlere taş çıkarttı" 
Sırtlanmış ekmek teknesini, var gücüyle koşuyor-kaçıyor. Arkasından aracıyla zabıta peşine düşüyor. Tam da belki kurtulurum dediği anda karşısına çıkan bir başka zabıta onu durduruyor. Sonrasındaki manzara ise paramparça ekmek teknesi ile hırpalanan satıcı. Satıcı da zabıta da agresif, ok yaydan fırlıyor. Bağrışma ve küfürlerle başlayan sürtüşme yerini darp ve kaba muameleye bırakıyor.

Bir yanda uygunsuz addedilen koşullarda satış yapan-yapmak zorunda kalan seyyar satıcılar; öte yanda onları zapt etmekle yükümlü zabıta görevlileri.
Haklı haksızın birkaç yasa tasarısından ibaret olmadığı bir konu bu. Çok derinlerde büyük hataları olan bir sistem var bizim ülkemizde. Hoş, adaletsizlik dünyanın neredeyse bütününde.

Aslında ne seyyar satıcıda günah, ne de zabıtada. Bu oyunun iç içe geçmiş halkaları onlar. Ve elbet biz de üçüncü bir halkayız: gelir skalası binbir çeşit olan halk.
Tüketici muhtaç olduğu sürece seyyar satıcılar var olacak. Onlar var oldukça da zabıta peşlerine düşecek. Herkesin gayesi ekmek parası madem, bu hep böyle sürüp gidecek. Nereden bakarsan bak olaya, tek bir doğru yok bu konuda. Aslolan ve değişmeyecek şey ise: hepimizin sistem kurbanı olduğu gerçeği.