Bu hafta da onlarca şehit verdik...

Hepimiz travmatik bir süreçteyiz uzun uzun yıllardır. Kabullenilmiş çaresizliğimiz ve edindirildiğimiz normal karşılama duygusuyla yaklaşıyoruz bir şeylere. İki gün bilemedin bir hafta günümüze, gecemize karışıyor yaslar, sonra yeniden gündem değişikliği.
Bir daha üzücü haberler, bir daha gündem değişikliği.

Dile kolay, terör denen bela 30 yılı aşkın süredir bizlerle. Benim için ben doğduğum günden bu güne hiç bitmedi, Türkiye'nin coğrafi özellikleri gibi, ders kitaplarına girecek kadar rutin bir olgusu oldu.
Şehitleriyle, onların sevdikleriyle, bizim üzüntülerimizle, yok olan hayatlarla, paranoyak yetişen beyinlerle bu abes süreç hiç bitmeden ilerliyor.

Bir hışım intikam yeminleri ederek; birbirimizi kışkırtarak; "bıçak kemiğe dayandı" klişesini dillendirerek; her şey politikacıların yüzünden diyerek birbirlerimizin laflarını yine birbirlerimize satıyoruz.

Bu kadar yalnızken nasıl bu kadar güçlü olabilir bir örgüt ya da bu kadar desteği varken nasıl bu kadar güçsüz olabilir bir ülke?

Sorgulamaya alışmış, kendinde hak gören bir millet değiliz biz. Çünkü elimizden gelen tek şey sadece kışkırmak.
Biz, sadece samimi olduğuna inandığım, fakat hiçbir şeye çözüm olmadığını düşündüğüm üzüntülerimiz ve tepkilerimizle varız.

Ve son söz gazetede gördüğüm bir yaka fotoğrafına:
Sen... Kendime nazaran velet ilan ettiğim ergen çocuk. O bebek yüzünle, dilin olsa da biz 'büyük'lerine sorabilsen keşke:
Ben ne uğruna öldüm?

Sahi, sen ne uğruna öldün be çocuk?