- Bu bir hikaye, uzunca ama okuyan için ruhunun derinliklerinde. Hiçbir engelin hayatı köreltmemesi dileği ile... -
Her zaman güne aynı yerde başlarım; nereden gelmiş olursam olayım…
Sadece ortasını aralık bıraktığım perdeden, güneş odama sızar ve göz kapaklarım aralanır. Bu sabah da benim için aynı böyle başladı: Güneş geldi ve yeni güne uyandım. Gerinmeye başlarken; aklıma çocukluğumdan kalma bir şarkı düştü...
Günümün gidişatı belli olmuştu, bir şeyler atıştırıp, bu günkü yolculuğum için hazırlık yapmalı. Peki, nereye?
Bilmediğim neresi kaldı ki? Görmediğim surlar, karşılaşmadığım hayatlar ya da tatmadığım tropik meyve kaldı mı?
Her zaman güne aynı yerde başlarım; nereden gelmiş olursam olayım…
Sadece ortasını aralık bıraktığım perdeden, güneş odama sızar ve göz kapaklarım aralanır. Bu sabah da benim için aynı böyle başladı: Güneş geldi ve yeni güne uyandım. Gerinmeye başlarken; aklıma çocukluğumdan kalma bir şarkı düştü...
Günümün gidişatı belli olmuştu, bir şeyler atıştırıp, bu günkü yolculuğum için hazırlık yapmalı. Peki, nereye?
Bilmediğim neresi kaldı ki? Görmediğim surlar, karşılaşmadığım hayatlar ya da tatmadığım tropik meyve kaldı mı?
Babam ünlü bir yazar ve gezgindi, bu yüzden küçüklüğümden beri çok yer gezdim ben. Babamın seyahatlerine dair yazdığı yazılar bir yana, kendisine ve ailesine sakladıkları en özelleriydi. Hatırlıyorum da ben de ilk seyahat yazımı babamdan etkilenerek yazmıştım ve başlığını “Annemle arnavut taşlı yoldan Şükran teyzeye gezinti“ koymuştum. Babam ilk okuduğunda yüzünde bir tebessümle başımı okşamış, anneme dönüp bu kız büyüyünce edebiyatçı olacak demişti. Oysa ben hayır dedim hep içten içe, edebiyatçı değil gezgin olacaktım ben. Nitekim bu yazdığım ilk ve son edebiyat parçası, seyahat yazım olacaktı.
Ben sadece onun anlattığı anıları yaşamayı istedim. Benimkileri anlatmaya zaman kalmayacak kadar yaşamayı. Babam gibi, onun gibi olmayı istedim. O zamanlar ki ‘ah keşke biraz daha çabuk büyüsem’ çırpınışlarımı da saymazsak; sabırla ilk yalnız seyahatime çıkacağım günü bekledim.
O güne dair kafamda her şeyi hazırlamıştım. Bilmem gereken her ayrıntıyı, ihtiyacım olabilecek her şeyi tedarik etmiş ve gözlerimi kapatmıştım. İlk yolculuğumun rotası ezelden beri belliydi; babamın İlk meskeni, ilk göz ağrısı şehri…"
Uzun, taşlı bir yoldan ilk seyahat aracım olan eşekle beraber ilerliyordum. Yanımda bana rehberlik eden sımsıcak bir amca. İnsanın sıcağı olur mu, olur. Oluyormuş. Babam bu şehirden hep sıcak insanlar vardı diye bahsederdi. Ben de ilk tecrübemde bunu hissettim. Küçük aklımdan geçen, hasta mı hepsi, ateşlerimi var gibi sorulara cevap buldum azdan biraz olgunlaşmış yaşımda...
İlk yolculuğuma ait hatırladığım başlangıç buydu. Uzun kulaklı, güzel gözlü ama sanki biraz nahoş kokan bir eşek. Sallana sallana ilerlerken taşlı yolda, hep aklımda bu tatlı hayvanın canının yanıp yanmadığı vardı.
Düşünmeden yapamıyordum. Babam da hiç bahsetmemişti. Canı acıyor olsa bahseder miydi? Ama yok, acıyor olsa binmezdi ki, o eşekleri çok severdi. Ayrıca eşek de halinden memnun gözüküyordu...
Eşek konusunda kendi kendimle bir karara vardıktan sonra karşıma çıkan o sonsuz yeşillik karşısında dona kaldım. “Böyle bir yeşil tonu, böyle bir renk hangi ressamın paletinde can bulur” diyen babam geldi aklıma. Evdeki bütün kuru boyalarımı göstermiştim babama bana o yeşili göstersin diye.
Hatta turuncuları sarıları bile. Ama o an anladım, böyle bir yeşilin daha güzel bir tarifi olamazdı. Uçsuz bucaksız gözüken bir arazi üstüne her renkle süslenmiş yeşil bir imparatorluktu adeta.
Güneşin elinin değdiği yerler uyandırmıştı güne bakanları. Tıpkı her sabah beni uyandırması gibi... Az ilerde sımsıcak teyzeler bembeyaz bulutlar topluyordu, gökten değil, yerden.
Daha da ilerde altın rengi buğdaylar. Bunlar babamın bahsettiği, bana altın saçlı kızım demesine ilham olan tarlalar.
Şarkıdaki gibi; çiçekler böcekler, etrafta koşturan çocuklar. Farklı dilden konuşan ama kardeşmişsin gibi anlaşabildiğin insanlar.
Yol arkadaşım eşek ile benim susuzluğumuza derman olan soğuk kaynak…
Babamın o şehre gidişinden tam on yedi yıl sonra gittim ilk göz ağrısı şehrine. Yolları bile değişmemiş, aynı taşlı yollardı.
Eşek bile aynı eşekti zaten.
Aynı hizadaki tarlalarda karpuzlar, günebakanlar, buğdaylar, pamuklar ve daha niceleri sıralanmıştı. Kurguda hata yok, belli ki toprak oldukça bereketliydi…
İlk seyahatim, ilk tecrübem. Bu ve bundan sonra gerçekleştirdiğim yüzlerce gezi… Hepsi babamın anılarıyla başladı.
Sonra onları tükettim, başkalarını okudum.
Onlar da bitti bir başkasını.
Kimi zaman kutup yolculuğu; kimi zaman okyanus kenarı. Bazen kendimden bir şeyler katmak istedim; pembe pamuk topladım...
Değişmeyen tek şey: Herkes her zaman mutluydu, sımsıcak insanlar vardı yolculuklarımda.
Bazı bazı tekrar tekrar gezdim daha önce gittiğim yerleri. Yılların eskittiği, değiştirdiği çok şey olmalıydı. Keşfedilmeyi bekleyen eskimişler için gittim.
Gittim, gittim, gittim. Gittim ama bir tek ilk göz ağrısı şehrine tekrar gidemedim. İlk heyecanım, ilk seyahatim, ilk dünyamı değiştirmek istemedim.
...
İlk yolculuğuma ait hatırladığım başlangıç buydu. Uzun kulaklı, güzel gözlü ama sanki biraz nahoş kokan bir eşek. Sallana sallana ilerlerken taşlı yolda, hep aklımda bu tatlı hayvanın canının yanıp yanmadığı vardı.
Düşünmeden yapamıyordum. Babam da hiç bahsetmemişti. Canı acıyor olsa bahseder miydi? Ama yok, acıyor olsa binmezdi ki, o eşekleri çok severdi. Ayrıca eşek de halinden memnun gözüküyordu...
Eşek konusunda kendi kendimle bir karara vardıktan sonra karşıma çıkan o sonsuz yeşillik karşısında dona kaldım. “Böyle bir yeşil tonu, böyle bir renk hangi ressamın paletinde can bulur” diyen babam geldi aklıma. Evdeki bütün kuru boyalarımı göstermiştim babama bana o yeşili göstersin diye.
Hatta turuncuları sarıları bile. Ama o an anladım, böyle bir yeşilin daha güzel bir tarifi olamazdı. Uçsuz bucaksız gözüken bir arazi üstüne her renkle süslenmiş yeşil bir imparatorluktu adeta.
Güneşin elinin değdiği yerler uyandırmıştı güne bakanları. Tıpkı her sabah beni uyandırması gibi... Az ilerde sımsıcak teyzeler bembeyaz bulutlar topluyordu, gökten değil, yerden.
Daha da ilerde altın rengi buğdaylar. Bunlar babamın bahsettiği, bana altın saçlı kızım demesine ilham olan tarlalar.
Şarkıdaki gibi; çiçekler böcekler, etrafta koşturan çocuklar. Farklı dilden konuşan ama kardeşmişsin gibi anlaşabildiğin insanlar.
Yol arkadaşım eşek ile benim susuzluğumuza derman olan soğuk kaynak…
Babamın o şehre gidişinden tam on yedi yıl sonra gittim ilk göz ağrısı şehrine. Yolları bile değişmemiş, aynı taşlı yollardı.
Eşek bile aynı eşekti zaten.
Aynı hizadaki tarlalarda karpuzlar, günebakanlar, buğdaylar, pamuklar ve daha niceleri sıralanmıştı. Kurguda hata yok, belli ki toprak oldukça bereketliydi…
İlk seyahatim, ilk tecrübem. Bu ve bundan sonra gerçekleştirdiğim yüzlerce gezi… Hepsi babamın anılarıyla başladı.
Sonra onları tükettim, başkalarını okudum.
Onlar da bitti bir başkasını.
Kimi zaman kutup yolculuğu; kimi zaman okyanus kenarı. Bazen kendimden bir şeyler katmak istedim; pembe pamuk topladım...
Değişmeyen tek şey: Herkes her zaman mutluydu, sımsıcak insanlar vardı yolculuklarımda.
Bazı bazı tekrar tekrar gezdim daha önce gittiğim yerleri. Yılların eskittiği, değiştirdiği çok şey olmalıydı. Keşfedilmeyi bekleyen eskimişler için gittim.
Gittim, gittim, gittim. Gittim ama bir tek ilk göz ağrısı şehrine tekrar gidemedim. İlk heyecanım, ilk seyahatim, ilk dünyamı değiştirmek istemedim.
...
Her zaman günü aynı yerde bitiririm; nereden gelmiş olursam olayım…
Yatağımdan çıkarak gerçekte kendi başıma kat ettiğim en uzun mesafelerden biri olan perdeme yönelir ortasını aralık bırakırım. Güneş odama sızsın ki yeni güne yeniden başlayayım.
Ve sonra yeni yolculuklar…
Babam son seyahatine çıktığından beri hep bu rutini yaşarım.
Ben, annem, babam, babamın anıları ve dostlarım.
Hepsi yer bulur seyahatlerimde. Kimisi pansiyondaki görevli olur; kimisi yemeğini yediğim misafirperver teyze.
Hepsi benimle harmanlanır, yeni yüzler bulurlar kendilerine. Bazen de değişmezler. Tanıdık bir yüz de olsun isterim heybemde...
Bir tek sandalyemi almam yanıma, bir de yatağımı. Çünkü, onlar reelimden beni koparmayanlardır...
Yutkunma. Çünkü ben iyiyim. Yine en sevdiğim yerdeyim...
Başlangıç ve bitiş noktası aynı olabilir mi? Ben olduruyorum.
Çünkü ben küçük, güçsüz bacaklı bir kız çocuğuyken bile yeni yerler, yeni hayatlar, insanlar keşfetmeyi kafama koymuştum. Çünkü ben seyahat etmeyi seviyorum. Çünkü ben "istiyorum"
Anlayacağın, ben istiyorum ve arabam rotasını kendisi gidiyor.
Uçağım pilotsuz uçuyor.
Neptün'e ayak basılıyor.
Sadece gözlerimi kapatıyorum ve seyre dalıyorum...
Ben, odasından çok nadir çıkabilen şu kadın; kimse bilmiyor ama ben evreni dolaşıyorum.
Yatağımdan çıkarak gerçekte kendi başıma kat ettiğim en uzun mesafelerden biri olan perdeme yönelir ortasını aralık bırakırım. Güneş odama sızsın ki yeni güne yeniden başlayayım.
Ve sonra yeni yolculuklar…
Babam son seyahatine çıktığından beri hep bu rutini yaşarım.
Ben, annem, babam, babamın anıları ve dostlarım.
Hepsi yer bulur seyahatlerimde. Kimisi pansiyondaki görevli olur; kimisi yemeğini yediğim misafirperver teyze.
Hepsi benimle harmanlanır, yeni yüzler bulurlar kendilerine. Bazen de değişmezler. Tanıdık bir yüz de olsun isterim heybemde...
Bir tek sandalyemi almam yanıma, bir de yatağımı. Çünkü, onlar reelimden beni koparmayanlardır...
Yutkunma. Çünkü ben iyiyim. Yine en sevdiğim yerdeyim...
Başlangıç ve bitiş noktası aynı olabilir mi? Ben olduruyorum.
Çünkü ben küçük, güçsüz bacaklı bir kız çocuğuyken bile yeni yerler, yeni hayatlar, insanlar keşfetmeyi kafama koymuştum. Çünkü ben seyahat etmeyi seviyorum. Çünkü ben "istiyorum"
Anlayacağın, ben istiyorum ve arabam rotasını kendisi gidiyor.
Uçağım pilotsuz uçuyor.
Neptün'e ayak basılıyor.
Sadece gözlerimi kapatıyorum ve seyre dalıyorum...
Ben, odasından çok nadir çıkabilen şu kadın; kimse bilmiyor ama ben evreni dolaşıyorum.
0 yorum:
Yorum Gönder
Sen de kelimelerini benimle paylaşabilirsin.